“İçimizdeki çocuk sağlıklı olmadan biz yetişkinlerin sağlıklı, doyumlu biri yaşam gerçekleştirmesi olanaksızdır.”
(Doğan Cüceloğlu –İçimizdeki Çocuk)
İnsanın hayatında ustalıkla bir pusula görevi görür hikayeler, masallar, sözler, kitaplar ve insanlar. Bir kitabın dostluğu, bir hikayenin desteği ve masalın muhabbeti içine dokunur insanın. En çokta hikaye olmuş insanların yol gösterici paha biçilemez. Düşün ki hayatının en zor dönemini yaşıyorsun, bir yol ayrımındasın, karar aşamasında, yani karanlık bir mağarada yalnızsın, incecik taş köprüden geçmek zorundasın yahut dar, derin bir kuyunun en dibindesin, kara kış çökmüş üstüne yani karanlık bir ormanda bir başınasın… İşte öyle bir anda bir beklenti yükselir derinden, yardım isteği, bunu farklı gösterir her insan. Çığlık atmaya gücü yoksa içine içine atar. Çığlık atabilirsen de yine de olmaz bazen, çünkü her zaman beklediğin gibi gelmez yardım hayattan. Hayatın kendi içinde yardım anlayışı mizah içerir. Onun izini sürecek olan yine senden başkası olmaz. Bu deneyimlerim bana yaşamın içinde gizlenmiş elçiler olduğuna inanmamı sağladı. Ellerinde bir fener. En karanlık yerlerin hayatın, derin kuyunun başında nöbetteler. Deneyimlediklerini, geçtikleri yolları çok iyi bildiklerinden, haritasını çıkardıkları o karanlığın başında geçecek olanlara yol göstermek için beklerler. Bazen bir kitap oluyor o yol göstericisi, bazen bir masal, bir hikaye ya da bir insan oluyor fener. Işık oluyorlar biriktirdiklerimiz ve bizi çıkartmak için de değil, yolumuzu aydınlatmak, yalnız değilsin demek için, dostluk ediyorlar hayatımızın en karanlık ve en aydınlık zamanlarında. İşte o yol göstericilerden biri olan, kaybetmiş olmamızın derin üzüntüsünü yaşadığım sevgili hocamız; Doğan CÜCELOĞLU. Kendini gerçekleştirme yolunda yaşayan bir hikayenin kahramanı. Yaşadıkları ve deneyimleri, sözleri, sohbetleri, eğitimleri ve kitapları hep yol gösterici oldu. Yazıma ‘İÇİMİZDEKİ ÇOCUK’tan alıntılarla başlamak istedim. Hayatın içinde her an yol göstericileri var. Biriktirdikleri insana çoğalarak geri dönüyor, yağmur olup üstüne yağıyor. Neyi biriktiriyoruz ve neden biriktiriyoruz? İşte bu yüzden çok önemli.
ÇOCUKLARIN İSTEĞİ YETİŞKİN DÜNYASI
Geçen yazımda bahsettiğim gibi aslında topluma, hayata, sisteme uyumlanmak sureti ile zihnimiz çalışıyor ve öyle büyüyoruz. Bilinçdışımız kayıt sürecine devam ederken, günlük koşturma dediğimiz, hayat gayesi diye adlandırdığımız döngüye giriyoruz, kendi sınırlarımızı aşmaya çalışırken, sınırlandırılmış yaşamları yaşıyoruz. Çocukluk dönemi belki de kontrolsüz yaşadığımız bir dönem. Yani planlara, kaygılara, endişelere gebe kalmadan yaşamak, akışta olmak. Anı deneyimlemek. Şimdiler de bunun için çeşitli eğitimler alanların sayısı, kişisel gelişim çalışmalarında anda kalmanın önemi, kontrolü bırakma seansları artış göstermekteyse, biz bir şeyleri sanırım atladık, yanlış anladık. İşte tam da bu atladığımız şeylerin aslında kendi olma serüveninde, hayatın anlam sürecinde en çok fayda sağlayan noktalar olduğunu hatırlamamız ve yeniden keşfetmemiz gerekiyor.
Merak ediyorum, çocukken kontrolsüz yaşamak nasıl bir histi hatırlayan var mı?
O zaman bizi yetişkinler kontrol ediyordu. Acaba çocukken mi öğrendik yetişkin olduğunda kontrollü elinde tutmak gerektiğini? Kontrol etmenin, yönlendirmenin, güçle bir ilgisi olduğuna inanmış olmalıyız. Sonuçta doğru bildiklerimiz; en çok sevdiğimiz, bizim biricik öğretmenimiz, yol göstericilerimiz olan anne- babalarımızdan, büyüklerimizden gördüklerimizdi. Ve bu işi çok iyi yapıyorlardı. Neyi ne zaman yememiz gerektiğini, ne zaman oynamamız veya ne zaman uyumamız gerektiğini ve daha birçok şeyi kontrol edip, belirliyor, sınırlar çiziyor, kurallar koyuyorlardı. Onlar olan yetişkin dünyası ve çocuk olan bizlerin dünyası arasında sanırım ilk mesafe de o zamanlar başlıyor. İlişki bağı kopmaya başlıyor, ayrımlar oluyor. Çocuk ve yetişkin dünyasına ait olmak istiyor. Çünkü orası daha özgür bir alan geliyor. Anne ve babayı taklit edip, kopyalamaya başlıyor. Bir de ‘bizim çocukluğumuzda böyle miydiciler’in yönlendirmesi ile en doğru çocuk olmayı öğrenip, en doğru yetişkin olma isteğine geçmek istiyorlar. Çocukların ilgisi o yüzden hep yetişkin dünyasında oluyor. Bilgili, güçlü, doğru, büyük olmak istiyorlar. Yetişkin dünyasında güçleri ve kendi hayatları olacakları gerçekliğiyle büyüyorlar. Iskalanan en önemli noktada burada yatıyor. Kendi hayatımızın zaten çok önce başlamış olduğudur. Anne rahminde var olduğumuz andan, doğduğumuz anda başlayıp, çocukluk döneminden, ergenlik dönemine kadar tüm dönemlerimizi kapsadığıdır. Bu bilinçle yaşayan bir yetişkin, bir çocuğa bu bilinçle yaklaşır. Onun birey olduğunun bilincindedir. Onun kendinden bağımsız bir hayatı olabileceğinin, onun bir başka hikayesi olacağını ve o hikayeyi deneyimlemek için var olduğunun bilincindedir. Görevinin onu desteklemek, sevmek ve ihtiyacı doğrusunda öğretmek olduğunu bilir. Bu bilince sahip bir insan içindeki çocuğa aslında köklerine bakabilir. Bu derin köklü bakış açısı zaten bir birey olan çocuğun kararlarına, kişiliğine değer verdiğimizi göstermek ve tercihlerinin önemli olduğunu ona hissettirmek onun kendi hayatının alanına saygı duyulduğunu anlaması, öz saygıyı, öz şefkati doğuruyor. Ve çocuk birey olduğu bilincinde, keskin güç ve kontrol olmadan kendi gücünü ve sınırlarını keşif edip, ihtiyaç duyduğunda yardım alabileceğini bilerek büyümüş oluyor. İçindeki çocukta onunla büyümüş oluyor. Bizler her eylem ve sözümüzle öğretiyoruz. Bunların sorumluluğunu almadan önce, sizleri öncelikle kendi içimizdeki çocuğun sorumluluğunu almaya onunla ilişki kurmaya davet ediyorum.
İÇİNE DÖNÜŞ CESARETİ
İçimizdeki çocuğu yok sayarak yetişkin dünyasının içinde hayat gayesinde harmanlanıyoruz. Aile kuruyor, çocuk yetiştiriyoruz. Kendi biricik hayatımızda durmadan daha çok çalışıyoruz. Durmadan ve sormadan nasılsın diye içimizdeki çocuğa, görmeden ve duymadan yanı başımızdaki çocuğu devam ediyoruz bildiğimiz tek doğruda… Soru sormayı belki de en çok cevabı korkuttuğu için yapmıyoruz. Ama öyle ya da böyle ötelemiş çocukluğumuzu içimizde bastırıp, içimizdeki çocuğu susturup biz de onlar olan yetişkin dünyasında yerimizi alıyoruz. Ve tüm bunları yaparken çocuklarımızı önemsiyor, seviyoruz. Onlar için çalışıyor, onlar için her şeyi yapıyoruz. Onların geleceği için, en iyisini onlara vermek için tüm gücümüzle emek veriyoruz. Peki, nerede ip düğümleniyor, nerelerde tıkanıyoruz, nerelerce gücümüz yetmiyor ya da neden istediğimiz, planladığımız gibi olmuyor?
“Çocuk gibisin vallahi. Hiç büyümedi bu hep çocuk. Artık büyü. Kocaman abi oldun sen. Çocuk bile anlar. Çocuk musun sen? Şımarma bakayım…”
Bu sözler ve daha fazlasıyla büyüdük, büyütüyoruz çocuklarımızı. Çünkü bunlara inandık. Çünkü söz büyü. Sözler gerçekliğimizi oluşturuyor. İnandığımız her sözle bir anlaşma yapıyor bilinçaltımız ve onu doğru kabul ediyor ona göre davranışlar oluşturuyoruz. Çocukluğumuzda ise bu sözleri hatta daha başka sözler işittik. Böyle öğrendik. Ve daha iyi olmak için çabalıyor hatta oluyoruz da ama neden bir yerlerde boşluk hissi yakalar insanı. Bazılarımız bu hissi çok fark eder ve o boşluğu doldurmak için yöntemler arar. Hatta çocuk sahibi olduysa kendi çocuğuyla doldurmaya çalışır. Yapamadıklarını yapmasını istemesi, çocuğu için hep daha fazlasını isteme halinin kökü bile buralara dayanır. Boşluk hissi. Ve o hissi doldurma çabası. Ama bunların hiç biri kendi içimizdeki çocuğun yaralarını sarmadan geçmeyecek, o çocuğu anlamadan bitmeyecektir. Her birey kendi sürecini yaşar ve bizler sadece kendi içimizdeki çocuğa iyi gelebiliriz. Kendi çocuklarımıza yoldaşlık yapabiliriz. İlk başta bunu kabul etmeliyiz. Her aile kendi çocuğu için en iyisini ister ama her aile bunu bildiği, öğrendiği gibi yapar. Günümüzde anne babalar kendi öğrendikleri, deneyimleri, bilinçli yapıları ile bunun daha iyisi için çabalamalarına rağmen yine de düğümler oralarda var. Görmemek olmadıkları gerçekliğini değiştirmiyor. Sağlıklı bireyler için sağlıklı çocukluk önemlidir. Ve kendi içindeki çocukla bağ kurmak açılmayı bekleyen bir kapıdır.
Geçen bir arkadaşımla dost meclisinde muhabbet ediyorduk. Kırgın ve kızgındı, en çok kendine. Bunu nasıl daha keşfetmedim diye kızıyordu. Neden bu kadar oyalandım diye kızıyordu. Neden kimse bana söylemedi diye kızıyordu. En çok da korumacı bir ailede büyüyüp, hayatın içinde yara almış bir insan olarak canı acıyordu. O yüzden neden diye sormaya başlamıştı. ’30 Yaşında bir kadınım, birilerinin kızı, birinin karısı, birilerinin öğretmeniyim. Peki ben kimim? Kadınsam neden bilmiyorum nasıl bir kadın olduğumu, bana kendimi korumam, savunmam gerektiği neden öğretilmedi, neden evin küçük tatlı kızı olarak yetiştirildim, doğudaki görevimde neden sudan çıkmış balığa döndüm, neden bunlar konuşulmuyor, neden bana her şeyden önce insan anlatılmadı?…’ diye kocaman kocaman sorular sorma cesareti göstermişti dostum. Uzun zamandır soruyordu, şimdi seslendiriyordu demek ki cevabı duymaya hazırdı. İşte o an sorularının benim, sizin, bizim sorularımıza ne kadar benzediğini fark ettim. Ve insan ve hikaye nasıl aynı ve nasıl farklı şaştım yeniden. Bu farkındalığa ulaşabilmek çok kıymetli. Fakat yetişkin halimizde bunları sormanın güçlüğünü, hayatın içinde karşımıza çıkan zorlukları aşmaya çalışmanın mücadelesini verirken ne kadar erken içimizdeki çocukla bağ kurarsak o kadar erken kendi çocuklarımıza bunu aktarabiliriz. Çünkü insan genelde benzer soruların ağırlığını içinde duyar, hatta duymak istemediğimiz o içimizdeki ses bazen çokta yükselir. Nerelere koyacağımızı bilmediğimizden sormayı, keşfetmeyi, dinlemeyi erteleriz. Yok sayılmış bir çocuğu içimizde taşırız. Ama bir yetişkin olan bizler bu soruların peşinden gidersek, anlam arayışından ibaret hayatımıza baharın gelişinin müjdesini verebileceğimize inanıyorum. Hem de öyle bir bahar müjdesi ki, karlı kışı da yaşasak baharın geleceğini bileceğimiz bir müjde. Bu bilinçle yaşamı yoğurmak kendi biricik hikayene sahip çıkmak. Bu bakış açısını geliştirmek ve içimizdeki çocukla daha çok bağ kurabilmek masalların gücüne davet ediyorum.
MASALLARIN GÜCÜ ADINA ANLAT
Masallar; 7’den 77’e herkesi hayal kurmaya davet eder, oyuna davet eder, sessizliğin sesini dinleyeme davet eder, görmeye ve işitmeye davet eder. Masal dinleyenine hadi birlikte ‘çocukluğunun elini tutalım’ der. O yüzden çok kıymetlidir. Bilinçaltımızda ekilmiş fark etmediğimiz söz tohumlarımızı ayıklar, işe yaramayanları, zamanı dolmuş söz kalıplarını, anlayışlarını dönüştürmeye başlar. Bunu kendi ustalığı olan sembol diliyle bizim bir şey yapmamıza gerek kalmadan yapar.
Masalları anlatmak okumaktan çok daha önemlidir. Her anlattığın masal senden bir parçayı taşır. Ve o parça diğer dinleyenle birleşir. Masal içinde barındırdığı katmanlı yapı sayesinde zihne, algıya, bilinçaltına soru sordurur, düşündürür, fark ettirir. Bu yüzden anlaşılmak çok şey masal ve hikaye gücü ile daha katmanlı bir anlama hali doğurur.
İçinizdeki çocuğun elinden tutup ihtiyacınızın izini sürmenizi tavsiye ederim. Kendi alanını yaratın. Durun. Yavaşlayın. Durabilmenin tadını çıkartın. Ve sonra bir masal anlatın. Çünkü masallar soruları bizim için sorar, engelleri aşar, baharı müjdeler, içimizdeki çocuğu şifalandırır. Masalların iyileştirici gücüne inanın. Masal anlatmak için eğitim almanıza gerek yok. Çocuklarınızla, ailenizle, sevdiklerinizle keyifli bir masal gecesi yaşayabilirsiniz. Bir köyde soba başında dinlenilen o masalların tadını günümüzde başka tatlar ekleyerek var edebilir, bu masal hissini çocuklarımıza miras olarak bırakmanın hafifliğini hissedebiliriz. Bunun için sizlere birkaç basit önerim olacak.
Masal anlatmak için;
- Sevdiğiniz bir masalı hatırlayın ya da seveceğiniz bir masalın bulun. Şanlıyız ki bunlarla ilgili birçok kaynak kitap var. Burada en önemli olan şey seveceğiniz, size iyi gelen masalı seçmek.
(Masal kitabı olarak; Naki Tezer Türk Masalları, Yücel Feyzioğlu’nun derlediği kitapları, Cem Eflatun Güney’in derlediği kitapları, Judith Liberman’ın masal kitaplarını tercih edebilirsiniz.)
- Seçtiğiniz masalı ezberlemeyin. Birkaç kere okuyun, anlatmak için okuyun. Masalın iskeletini çıkarın. Yani tüm masalın en temel anlarını, olmazsa olmaz anlarını, birer cümle olarak, alt alta yazın. Böylelikle masalın iskeletini çıkarmış olursunuz. Bu kısımlar değişmemesi gerekenlerdir. Masalın olmazsa olmazlardır. Geri kalan her şeyi siz ekleyebilirsiniz. İskelet çıkınca birkaç kere daha okuyun, çalışın. Bunun için en hızlı önerim sesinizi kayıt edip, anlatır gibi okumanızdır. Sonra aklınızda kaldığı kadarı ile anlatmaya niyet edin.
(Yok ben anlatamam demeden, deneyin, denemenin tadını çıkarın. Mükemmeli aramayın, olanın keyifine varın. Amaç paylaşmak ve bağ kurmak. Hayal gücünüzün sizi yönlendirmesine izin verin, masala teslim olun. )
- Ailenizle olacağınız sessiz bir ortam yaratın. Masal için özen gösterin. Ritüeller ilgi çeker ve odaklanmayı sağlar. Mumlar yakın. Tütsü ile ortamın havasını değiştirin. Bir masal halısı, battaniyesi etrafında çember olun. Çaldığınız bir enstrümanız varsa onu çalın ya da bir türkü, bir ninni, bir ezgi mırıldanın. Yoksa hiç önemli değil zaten sessizlik gerçek müziktir, sessizliği keşfetmeye, dinleyeme izin verin.
(Telefonlardan, televizyondan, bilgisayardan uzak birkaç saat davetinde bulunun. Başta pek ilgilerini çekmese de bunu öncelikle kendiniz için yaptığınızı hatırlayın ve keyfini çıkarın. Siz keyif aldıkça merak edecekler ve ilgilerini çekecektir.)
- Masalınızın giriş tekerlemesi ve sonunda bitirme tekerlemesi olsun.
- Masalı severseniz, anlarsanız masal zaten anlatılmak için hazır olur. Tek yapmanız gereken anlatırken her anı hayal etmek. Masalı anlattığınız anları, o cümlelerin resimlerini gözlerininiz önüne getirin. Ve öyle betimleyin, ormanı, kahramanı, yolu… sözlerin tadını çıkarın.
- Hayal ettiklerinizi sözlere dönüştürün.
- Masal hızı sevmez. Sakin ve sessizlikle el ele anlatın. Merak duygusunu arttırın. Cümlelerinizin, sözlerinizin masalın duygusuna göre dans edip, yükselip, alçalmasına izin verin.
- Anlattığına inanırsanız inanırlar hayal ederseniz, hayal ederler.
- Masal anlatmak bağ kurmak demektir. Ailenizin, çocuklarınızın, kendi içinizdeki çocuğu hissedin. Öyle anlatın.
Bu anlatma deneyimini yaşamanızı tavsiye ederim. Bunu her hafta yapabilirisiniz. Ailenizle zaman içinde bağlarınızın nasıl sağlıklı güçlendiğini göreceksiniz.
İçimizdeki çocuğu dinleyip, ihtiyaçlarını fark edip, sorularımızın izini sürmemiz dileğimle…
“Masalla ejderhaların varlığını anlattığı için değil, ejderhaları yenmenin mümkün olduğunu anlattığı için ilham vericidir.” (Gilbert Keith Chesterton)