Son Dakika

Çocuklar ne ister?   

Çocuklar bir masalın hakikatini ister. Bir hikayenin ne kadar gerçek olup olmadığını anlarlar. İçinde samimiyet ve hayattan bir gerçek yoksa o onların dikkatini çekmez. Mutlaka derinliği görmek ve insana ait olanı hissetmek isterler. Kendilerinden, duygularından, korkularından, en karanlık hislerden, hayattan yani insandan görmek, sezmek isterler. Bunu göremedikleri bir hikaye, her sohbet, her nasihat onlara gerçekten onların iç alemlerine temas edemez. Her masalsı olanı dinler gibi yapsalar da, derin işitme gerçekleşemez o zaman da deneyimle bunu hissetmek isterler… Hakikati içinde taşıyan, onların sorularına cevap verebilen, duygularıyla yüzleştiren, söyleyemediklerini söyleyen, yaşamın amacını hissettiren, insanı anlatan, bir masal çocukların arzusudur.

Bu masal ve hikayeler tabii ki yaş gruplarına uygun ihtiyaç ve seviyede olmakla birlikte hemen hemen tüm hikayeleri içinde insana ait iki temel arayışın olması gerekir. Bunlardan biri beden; yani korunma, barınma, yeme, içme, yaşamda var olma ihtiyacıdır. Diğeri ise duygu; güvende olma ihtiyacı, korku ve sevgi dengesi, sevilme, değer görme, onaylanma ihtiyacıdır. Biri dış alemi temsil eder, diğer iç alemi… İnsan sadece birinden ibaret değildir. Duygularını yok sayarak yaşayamadığı gibi, beden ihtiyaçlarını olmadan da yaşayamaz. Bu onu insan yapar ve ikisi ile birlikte ancak dengeyi bulur. Bir masal da böyledir. İnsanı anlatır. Sembol dilinin eşsiz zenginliği içinde insanı katman katman resmeder, sözlerle aktarır. En güzel yanı bunu insanın sadece bilinçli aklı için yapmaz, bilinçdışı dünyasına odaklıdır masal… bu yüzden derin bir katman yapısı ile çocuklara, yetişkinlere iç ve dış ailemin dengesini hissettirir. Sorulamayan soruların, anlatılamayan duyguların, yok sayılan karanlık hislerin cevabını gizleyerek, sembollerle verir. Böylelikle masallar evrensel, kolektif bilinçdışından beslenerek yine evrensel olan biriciğe hizmet eder.

 

Her şey birbirine bağlı bir hikayenin parçasıdır. Tek bir masalın içinde yaşarız.

Doğum ölüm ve yeniden doğum üzerine kurulu dünyamızın içinde binlerce kez sınanırız. Büyüme yolculuğunda ruhumuzla, kalbimizle, aklımızla doğar, ölürüz… Hep yeniden doğmak için sınanır kalbimiz, ruhumuz, aklımız… Yeniden doğuş insanın yolculuğunda umuttur. Kendine ulaşmak için geçilmesi gereken eşikler hayatın gerçek masalıdır.  Bu hayatın her alanına suret etmiş gibidir. Bir döngü içinde hayatın her yerinde varlığını gösterir.

İnsanın da kendi yolculuğunda asıl amacı budur. Hayatın döngüsünü anlamak. İnsan sonsuz anlam arayışı içinde yaşar. İnsanın hayatı boyunca bitmeyen varlık arayışı çocukken doğru soruları sormayı öğrenmekle başlarsa yolculuk daha keyifli ve şüphesiz daha güçlü ilerleyecektir. Bu yüzden bu hayat amacını daha çocuklukta bulabilen birey dengeli hayatın sırrını daha erken bulacaktır.

Soruduğu soruların cevabı alamayan, ağladıklarında ya da çok canları acıdıklarında “Bir şey yok bitti… Geçti… Ağlama bakayım… Sen kocaman oldun artık abisin, ablasın…”  ile büyüyen çocuklar bir süre sonra soru sormaması gerektiğine inanır, duygularına güvenmemeye başlar, neden öyle hissettiğini anlamak için çaba harcamamayı bırakır, çocukken hissettiği şeyleri göremeyen ya da geçecek diye yok sayan anne- babanın, çevrenin ona doğruyu söylediğine inandıkça, onlarla olan sevgi ve değerli hissetme bağı bağımlılık haline gelir.

Ya her dediklerini yapmaya başlar ya da bir süre sonra bir savaş açar gizli ya da açıkça ailesinin dedikleri, anlattıkları ile zıtlaşmaya başlar. Bu onun kendini var etmenin, ben de varım demesinin, sevilmek ve güvende hissetmek ihtiyaçlarının bilinçdışı davranışlarıdır. Çocuk her şeyi doğduğu evde, büyüdüğü çevre de öğrenir. Bu onun doğruları olur zamanla… Sevgi ve güven onun için iki temel ihtiyaçtan biriyken zamanla burada sarsılmalar oldukça, ne yaparsa sevileceğini, nasıl davranırsa güven de olacağının yolunu aramaya başlar. Anne- baba aynı zaman da çocuğun ilk bilir kişi olarak gördükleri, ilk inandıkları, ilk öğretmenleri, ilk arkadaşlarıdır. Onlar hayatla ilgili, insanla ilgili bakış açılarını çocukla paylaştıkça çocuğun yaşam bakışı oluşur. Bunu her zaman yapmak kendi süreçlerini yaşayan anne-babalar içinde de kolay değildir. Kendini tanımak, hayatı tanımak bir ömür sürer. Lakin doğru soruları sormak, soruların cevabını almak için aramak, merak ve heyecanla hayatın içinde dolu dolu yaşamayı, kendini kabul edip, kendi içinde ve dışında hayatla barışık sevgi dolu bir birey olmak için yanlarında ki çocuk bireye saygı duyarak, dinleyerek onlara tüm bunları hissettirebilir, anlatabilirler. Bunu anlatmanın en güzel yolu da masallardır.

Ben her sayıda yaşamın döngüsü ve insana ait masallarımı sizlere paylaşacağım.

Dünya’da bir alem, insan bir alem… Dünya insanın yuvası, insanın bedeni ruhunun yuvası…

Bu mükemmel yuva su ile hayat bulur. Su ise en kıymetli olan varlığımızın kaynağıdır. Suyun olduğu yerde hayat vardır. Su olan yer de yaşam sürer. Susuz bir dünya cehennem hissini yaşatır insana… Oysa bunları bilen bilinç evlerinde, hayatın içinde ona verilen bu eşsiz yaşam kaynağının kıymetini çoğu zaman unutur.

 Hatırlamak için benim seçtiğim yol; masallardır.

 

SU İYELERİ VE ÇOBAN ÇOCUK    

 

Su yaşamdır. Su insana bir armağandır.

Bir varmış bir yokmuş… Evvel zaman içinde kalbur saman içinde…

 Her şeyin başladığı bir zaman varmış. Dünya daha var olmadan evvel büyük patlamalar olmuş. Ateş tüm gücü ile bir küre olan dünyamızı yakmış, şekillendirmiş. Ve ateşi söndürmek için Uçsuz bucaksız gökyüzünün üzerinden su iyeleri uçuş uçuş gelmişler. Yanan dünyaya su iyeleri şarkı söyleyerek su ile doldurmuş.

“Şırıl şırıl aksın

Gürül gürül gelsin

Dağa taşa, kurda kuşa

Hayat suyu can versin

Lıkır lıkır içilsin

Pırıl pırıl olunsun

Toprağa, insana

Hayat suyu can versin”

Tüm dünya su ile dolmuş dolmuş. Yanan ateş sönmüş. Su iyeleri şarkılarını bitirince sular yavaş yavaş çekilmiş. Her bir su iyesi dünyanın ayrı bir yerine göçmüş.  Ve bambaşka bölgelerde büyük küçük, derin, sığ su ile doldurmuşlar. İşte öyle oluşmuş okyanuslar, denizler, pınarlar, nehirler, göller, dereler… Su hayat demek olmuş. Suyun olduğu yerde bin bir çeşit canlılar var olmuş. . Ve tüm su iyeleri bulundukları yerin suyunu koruyan bir tılsımla suların başında yaşarlarmış. Su hiç azalmasın hep dünyaya yaşam versin diye…

Her gün güneş doğarken su iyeleri kendi korudukları suyun üstünde şarkılarını söyler o yeni başlayan gün için hayat suyunun akmasını dilerlermiş… Suyun gücünü kaybetmemesi, hayat vermesi için dünyaya her gün şarkının söylenmesi, su içen tüm canlıların şükür ve teşekkür etmeleri gerekirmiş. O zaman suların bereketi artar, şifası çoğalır, hayat güzelleşir, dünya daha sağlıklı olurmuş. Ve tabi dünya da yaşayan tüm canlılar da…

Yine öyle bir sabah su iyeleri kendi su kaynaklarının başında üstünde altında dans edip şarkılarını söylemişler, suyun akması, dünyaya hayat vermesi, canlılara, hayvanlara, toprağa, insana can versin diye şarkılarını söyleyip, dualar etmişler…

“Şırıl şırıl aksın

Gürül gürül gelsin

Dağa taşa, kurda kuşa

Hayat suyu can versin

Lıkır lıkır içsin

Pırıl pırıl olunsun

Toprağa insana

Hayat suyu can versin”

Su iyelerinin su üzerinde gücü olduğunu kadar içlerinden biri suyun kontrolünü de elinde tuttuğu bilinirmiş. Ukula Toyon’dur. Bu su iyesi, suların kirletilmesine kızar, şayet sular temiz tutulmaz kirletilirse su kaynaklarını kurutur ve insanları susuz bırakacak ve diğer su iyelerinden daha güçlü bir yapıya sahipmiş.

Zaman zaman içinde akıp giderken; dünya üzerinde yaşayan insan sayıları attıkça su için edilen dualar, yaşam için edilen niyetler, teşekkür ve şükürler artacağına azalmaya başlamış.

Sular kirlenmeye okyanus ve denizlerde yaşayan canlılar zarar görmeye, yavaş yavaş yok olmaya başlayınca su iyeleri suyun geleceğinin tehlikede olduğunu konuşmaya başlamışlar. Onlar ne kadar her sabah güneşle bulundukları su kaynağı üzerinde şarkılar söyleseler de, insanların canlılar sular için teşekkür etmemesi bir de sulara zarar vermeleri arttıkça şarkılarının gücü de azalmaya başlamış.

İşte bu duruma çok kıza Ukula Toyon dünya da insanların şükür bilmemesine, suyun kıymetini anlamamasına, unutmasına, suyu kirletmelerine izin vermemek için onları cezalandırmış. Su kaynaklarını kurutmaya başlamış. Amacı insanları susuz bırakmakmış.

Dünya üzerindeki dualar yavaş yavaş çekilmeye, azalmaya, içilmeyecek kadar kirlenmeye başlamış hızla… insanlar başlarda bunu anlayamamışlar ve yine suyun kıymetini, değerini bilemeden yaşamaya devam etmişler. Bir de bunun üstüne insanların suyun azaldığını anlamadığını gören Ukula Toyon iyice hiddetlenmiş. Ve yağmurun yağmasına engel olmuş. İşte o zaman güneş en sıcak zamanlarını insanlara yaşatınca ağaçlar bu sıcaklığa dayanamamış. Dünya yanmaya başlamış. Alevler içinde kalsan ormanları gören bazı insanlar derin uykudan uyanmışlar. Gaflet uykusundan uyananlar su için dualar etmeye başlamışlar. Ukula Toyon bir süre sonra biraz yağmur yağdırmış ve alevleri söndürmüş. Yine de insanlar suların kıymetini bilmemeye bir süre sonra devam etmişler.

İşte öyle zorlu geçen yıllar içinde susuzlukla baş etmeye çalışan dünya insanı nasıl suların artacağının yollarını bulmaya çalışmışlar. O günlerden bir gün Su İyelerinin zümrüt mağarasının yakınlarında bir çocuk görünmüş. Yakınlarda ki bir köy de yaşayan bir çoban çocukmuş. Ara ara zümrüt mağaralarının o yaylasına çıkar kuzuları otlatmaya gider orada olan şelalenin en güzel su olduğunu bilirmiş. Ve orada yıkanır. Su içer, suya doyarmış.

Su iyeleri çoban çocuğun her hafta gelmesine alışmışlar. Ve çoban çocuğun suyu nasıl sevdiğini, nasıl büyük bir şükür ile suyu içtiğini görünce mutlu olurlarmış.

Günlerden bir gün dünya susuzluktan büyük acılar çekerken, bizim çoban kuzuları su ile yıkar, kendi su ile doyarmış. İşte öyle sıradan başlayan günün ardından su iyeleri şarkılarını söylemek için toplanmışlar ama şarkılarını unutmuşlar. Ukula Toyon, diğer su iyeleri şarkıları söylemezse hayat suyu akmaz ve insanlar da tamamen susuz kalır diye su iyelerine unutkanlık tılsımı serpmiş.

O gün hiçbir su iyesi günü bereketle başlattıkları, suyu kutsadıkları o şarkıyı hatırlayamamış, günler geçmiş artık sular daha da azalmış. Yağmur hiç yağmıyormuş. Herkes susuzluktan hastalanmamaya başlamış.

Çoban çocuk zümrüt mağaranın orada ki şelalenin suyu hep gür akar diye köydekilere söylemiş. Bu sefer bütün köy zümrüt dağın içindeki zümrüt mağara şelaleye varmış.

Köy halkı gelip gitmiş o günden sonra zümrüt şelalenin suyu da azalıp, kirlenmeye başlamış.

Bir gün su iyelerinden birini görmüş çoban kurumuş şelalenin başında şarkı söylemeye çalışıyor, daha doğrusu şarkı sözlerini hatırlamaya çalışıyor.

Çoban; “sen de nesin, in misini cin misin!” diye sorunca…

Su iyesi şaşırmış. “ne inim ne cinim. Ben bir su iyesiyim.”

Çoban; “O ne demektir”

Su İyesi onu görebildiği için çobanın yardım edebileceğini düşünmüş. Ve anlatmış çoban çocuğa kim ve ne olduklarını. Tekrar şarkı söylemek ve hayat suyun akmasını sağlamak için suyun kıymetini bilen, suyun bereketini anlayan, hiç su içtikten sonra şükür etmeyi, suya teşekkür etmeyi unutmamış birinin zümrüt mağaranın derinliğinde ki kayalarından su kristallerini alabileceğini söylemiş. Ancak böyle su iyeleri o kristaller sayesinde şarkıyı hatırlayabilirlermiş.

Çoban çocuk olanlara şaşırmış. Ve bir tek onun bunu yapabileceğine su iyesi ikna etmek için diğer su iyelerini çağır. Çoban çocuk çaresiz kabul etmiş ve yola çıkmaya su kristallerini bulmak için harekete geçmeye karar vermiş. Zümrüt mağaranın şelalesinde kalan son suyun dibine dalmış. Yüzmüş yüzmüş yüzmüş…

Su yılanı boynuna sarılmış, nefes almakta zorluk çekiyormuş. Su iyelerinin verdiği altın balık pulunu üflemiş. Yılan çekip gitmiş.

Derin bir su kuyusuna gelmiş. Bu dünyanın yer altı tüneliymiş. Yürümüş yürümüş yürümüş.

Kuyu suyunun canavarı geçit vermiyor tüm gücü ile çoban çocuğu savuruyormuş. Suyun şiddeti ile kanalın içinde bir iler bir geri gidiyormuş.

Bu girdaptan çıkmak için su iyelerinin verdiği diğer altın balık bulunu suya bırakmış. Kuyu suyunun canavarı altın bulu görünce sakinlemiş… Çekilmiş… Usul usul akıp yol göstermiş çoban çocuğa…

Kuyunun bitiminde sivri uçları ile parlayan zümrüt kristaller görünmüş. Ama adım attıkça her biri ayağına batmaktaymış.

Ulaşıp, onları yerinden sökmesi imkansız gibiymiş. O an da elinde kalan son altın pulu görmüş. Şansını denemek için elindeki altın pulu üflemiş. Altın pul uçmuş uçmuş… En tepedeki zümrüt kristale değmiş. Zümrüt kristal ikiye ayrılmış. İçinden bir denizatı çıkmış. Pırıl pırıl parlayan, kıvrılıp yüzdüğü her yerde bir başka zümrüt kristal çıkıyormuş.

Çoban çocuk anlamış denizatı ile dönmesi gerektiğini… Atlamış üstüne hooop aşmışlar denizlerde yedi alem, hooop çıkmışlar yeryüzü sofrasına…

Su iyeleri çobanın denizatı ile döndüğünü görünce pek sevinmişler. Anlamışlar onun doğru kişi olduğunu çünkü ancak suyun kıymetini bilen, her su içtikten her su ile yıkandıktan sonra teşekkür eden, suyun hayat kaynağı olduğu için şükür eden kişi denizatı ile çıkarmış zümrüt mağaranın kuyusundan yer yüzü sofrasına…

Çoban çocuk çıkmış. O suyun değerini bilen bir insanmış. Sayesinde tüm dünya susuzluktan kurtulmuş. Su iyeleri kristalleri alıp içmişler. Şarkıyı hatırlamışlar. Denizatı dünyayı dolaşmış insanlara suyun değerini hatırlatmak için. Su kristallerini gören içen her insan suyun değerini anlamış. Suya kavuşan her canlı o günden sonra şükür ile su içmiş, suyun bereketi ile yaşamaya başlamışlar.

Ukula Toyon’a ne oldu derseniz, onun tek isteği suyun değerini bilen canlılara, insanlara vermekti… Çoban sayesinde insanlara inanmak istemiş, bir şans daha vermiş. Ama derler ki her an hazır da beklemekteymiş. Kim suyu kirletir, kim su içerken şükür etmek, teşekkür etmez, kim suyu boşuna harcar işte o zaman kuraklık başlatacak, suları içilmeyecek kadar kirletip, insanları susuz bırakacakmış.

Su iyeleri hala her sabah güneşle birlikte suyun bereketi yaşamın döngüsü için suya şarkı söylemekteler. Eğer sen de her suyun yanında geçtiğinde şöyle bir kulak verirsen; suyun her an aynı şarkıyı söylediğini işitirsin…

“Şırıl şırıl aksın

Gürül gürül gelsin

Dağa taşa, kurda kuşa

Hayat suyu can versin

Lıkır lıkır içsin

Pırıl pırıl olunsun

Toprağa insana

Hayat suyu can versin”

Gönül susuz kalmasın, insan daima suyun gücüne şükür ile yaşasın diye bu masal dilden dile anlatılmış. Gökten üç damla su düşmüş. Birinci damla masalı anlatanın başına, ikinci damla masalı dinleyenin başına, üçüncü damla masalın suyunun başına…

                                              

 

                                                                      

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir