Son Dakika

Burcu Aybat: “Öğretmenler üzerinde büyük baskı var”

Eğitim yöneticisi ve yazar Burcu Aybat ezberleri bozuyor; “Rahatlık çemberini kırması gerektiğini öğretmen biliyor ama idareci, veli ve sistem de onu desteklemeli. Yeni nesli yetiştirecek şövalye gibi bir misyon yüklenip baskı yapılmamalı. Müfredatın doğru işlenmesi, öğretmenin tüm kazanımlara dair her şeyi anlatması değil, öğrencinin öğrenmesini sağlamasıdır”

 

* Canan GÜLEÇ

‘Öğretmen 2.0’ ve ‘Öğretmen 2.0 Tasarımcı’ kitapları yazarı Eğitim Yöneticisi Burcu Aybat’la öğretmenlerin rahatlık çemberinden çıkmak ve üzerlerindeki baskıdan kurtulmak için neler yapması gerektiğini, müfredatın yeniden yorumlanmasını ve teknoloji kullanımının doğru uygulamalarını konuştuk. Öğretmenlerin, rahatlık çemberini kırıp üretken olmak istediklerini belirten Aybat, yöneticilerin bu çabayı desteklemesi gerektiğini söylüyor. Müfredat algısının da yeniden kurgulanması gerektiğine dikkat çeken Aybat, “öğretmenin tüm kazanımları anlatması değil, öğrenciye yol gösterici olması” gerektiğini savunuyor. Öğrenci ve öğretmenler için teknolojinin üretken kullanımına dair örnekler anlatan Aybat’ın okurlarına bir de müjdesi var…

 

 

Kitabınız ‘Öğretmen 2.0’ın hikayesiyle başlayalım, eğitim teknolojileri alanında bu yol haritası nasıl oluştu?

Uzun zamandır öğretmenlerle çalışıyorum; koçluk yaptım, mentörlük yaptım, sınıf ortamında derslerinin planlanması, yeni teknolojilerin öğrenilmesi noktasında 10 yıldır öğretmenlerle çalışıyorum. Son 2 yıldır da okul yöneticisiyim. Bu çalışmaları sürdürürken baktım ki uygulamalarda yöntemler, hatalar, sorular arasında benzerlikler çok fazla. Bir vakıf üniversitesi ile 10 defa sertifika programı düzenledik. Benzer kaygılar ve sorular vardı. Sonra bildiğim cevapları paylaşmak istedim. Öğretmenlere bir rehber olarak yola çıkmıştım. Yazdıkça konuların ne kadar fazla olduğunu gördüm, kitapta 10 öğretmenin ders planı var. onların da paylaşımı, motivasyonu ve katkısıyla kitaba dönüştü. Başta en fazla yapılan hatalar ve sorularla başlayıp 6 olumlu adıma giden bir yol haritası çıktı ortaya. Öğretmenler öğrenmeyi odağa alarak teknolojiyi, yenilikçi bakış açısını nasıl geliştirebilirler, sınıflarında nasıl bir öğrenme ortamı kurgulayabilirler diye adımlar seti olarak kurgulandı. Kitap 9 ayda bebek gibi büyüdü, basıldı, şimdilerde 7. baskısı ve öğretmenlerin sahiplendiği, paylaştığı, hikayesi olan bir kitaba dönüştü.

Ardından da ‘Öğretmen 2.0 Tasarımcı’ kitabı gelişti…

Bu kitap ardından öğretmenler, “adımlar çok güzel ama uygulamayı ve sınıfımda iyi örnekleri denemek istiyorum” dediklerinde her öğretmene seminer veremeyeceğimiz için örnekleri bir kitapta buluşturduk. 40’a yakın öğretmen ve 13 mentör öğretmenin uygulamaları bu kitapta bir araya geldi. Tasarımcı biraz daha bu işin nasıl yapılacağını anlatan bir kılavuz, ilk kitap ise bu işin neden yapılması gerektiğini anlatan bir bakış kazandırıyor.

TEKNOLOJİYİ ETKİN KULLANMAK, ONU YAKINDAN TANIMAK MIDIR?

Kitaplarınızda anlattığınız eğitim teknolojilerini takip eden, uygulayan öğretmenler hakkında bir yaş grafiği belirlemek mümkün mü?

Yeni nesil daha ilgili ama teknolojiyi etkin kullanmak, teknolojik aletleri tanıyor olmakla alakalı değil. Belli bir altyapıya, pedagojik yetkinliğe, bilimsel yaklaşımlara hakim olmak ve bunu sınıfa uygulayacak deneyimi kazanmak gerekiyor. Bu anlamda yeni nesil öğretmenlerin avantajı teknolojiyi iyi kullanabiliyor olmaları belki ama deneyime sahip olduklarında teknoloji sınıfta etkisini gösterebiliyor. Ben şöyle diyorum; 15-20 yıllık deneyimi olan öğretmenler ve kendi öğretme yöntemleriyle ilgili donanmış öğretmenlerin daha etkili kullandığına inanıyorum. Öğretmen şunu sorguluyor o zaman; “Ben bunu kullandığımda ne işime yarayacak? Dersimi daha etkili anlatmamı mı sağlayacak? Öğrencinin daha iyi öğrenmesini mi sağlayacak?” Bu soruları sormanın her zaman daha sağlıklı olduğunu düşünüyorum ve bunu soranlar da genelde deneyimli öğretmenler oluyor. Ama bu demek değildir ki; yeni öğretmenler başarılı uygulama yapamaz, bu biraz deneyerek öğrenmeyle alakalı. Merak ve kendini yetiştirmeyle, meslektaşlarından öğrenmeyle alakalı. Nice sınıf öğretmenleri var, 20-30 yıllık deneyimli ve belki dersin 5 dakikasında teknolojiyi kullanıyor ama o kadar etkili uyguluyor ki çocuğun daha iyi anlamasını sağlıyor. Bizim amacımız her çocuğun eğitim süresinin tamamını tablet başında geçirmesi değil, böyle bir bakış açımız yok, olmamalı da zaten. Önemli olan teknolojinin doğru, yerinde, etkin ve etkili kullanılması olmalıdır.

“ÜLKEMİZİN DURUMU EĞİTİMDE HİÇ İÇ AÇICI DEĞİL”

Kitabınızda PISA sonuçlarını değerlendirdiğiniz bir bölüm var; teknolojinin etkili kullanılması noktasında başarılı ülkeler ve bizim aramızdaki fark nedir?

PISA’da okuma anlama, fen-matematik alanlarında sorular var. Bunlarda sıralamanın sonundayız. OECD’ye baktığımızda çok yol almalıyız. Sadece teknoloji kullanımına bakmıyorum, tüm dinamiklere baktığımızda hep sonlarda yer alıyoruz. Odaklanmamız gereken şeyleri kaçırıyoruz diye düşünüyorum. Çok test ve sınav odaklı bir ülkede öğrencilerimiz bu sistemde kavruluyor. Öğretmenler üzerinde de hem ailelerden hem de çocuklardan gelen bir baskı olduğunu gözlemliyorum. Dolayısıyla OECD’deki sınav ve ölçümlerde çocuklar oradaki sonuçları gerçekleştiremiyor. Çünkü okullarda odaklandıklarımız farklı noktalar. Çocuklar ilk 3 seviyeyi yapabiliyor ama 5 ve 6. seviyeyi yapamıyor. LGS’de son sınavda üst düzey düşünme becerilerini ölçen bir sınavdı, özellikle matematikte fark yarattı ve bu anlamda geçen sene 17 bin TEOG birincisi varken bu sene 17 LGS birincisi oldu denebilir. Çocuklar okulda farklı beceri setlerini öğreniyorlar ama OECD başka kriterleri ölçüyor. Bu ikisini örtüştürmemiz gerek. Çocuklardan farklı yönlerdeki iki beceriyi birden gerçekleştirmesini istememeliyiz. Bunu yapacak ne zaman, ne enerji, ne motivasyonu var çocuğun. Ülkemizin durumu eğitimde hiç iç açıcı değil, özellikle ilk okul ve orta okulda bu durumun çok ciddi boyutta olduğunu düşünüyorum. Ortaokula gelince test ve ölçme sistemi çocuklar üstünde çok ciddi baskı oluşturuyor ve bu da OECD ölçümüne yansıyor. Çoğu okulda 4. sınıfta branşlaşma başlıyor. Çocuk 3. sınıf sonrası ölçme değerlendirme test sınav sistemi içine giriyor. Bazı okullar her iki yöntemi bir arada götürelim diyor, bazı okullar bizim için sistem önemli değil çocuklarımıza doğa eğitimi verelim diyor. Bu yaklaşımları çok hayalci buluyorum. Bir gerçek var dışarıda. Çocuklar 7. sınıfa geldiklerinde ben o stresi çocuklarla her yıl yaşıyorum. Çocukların inovatif olmasını, teknolojiyle fark yaratmasını, girişken olmasını, gelişimci olmasını bekliyoruz. Bütün bunlar için çocuğun zamanı var mı, enerjisi var mı bakmıyoruz.

ORMAN OKULLARI HAYALCİ BİR TEZ Mİ?

Binasız orman okullarını hayalci görmeniz çok net bir bakış, bunu biraz açar mısınız?

Fikir olarak çok güzel, bir anne olarak bana çok çekici geliyor. Ben de isterim çocuğum doğada yetişsin, insani şeylerle doğa iç içe, çocuk doğayla iç içe olmalı elbette ama içinde yaşadığımız sistemi çocuk için yok saymamamız gerektiğini düşünüyorum. Çünkü dışarıda ciddi bir rekabet sistemi var ve bunun içerisinde zarar gören de çocuklar sonuçta. Çok iyi bir denge oturtulmalı. Çocukların duygusal ihtiyaçları, ilgileri, merakları çok önemli, sosyal ve duygusal gelişimlerini takip etmek gerek. Ama bir yerde de farklı bir yapı var ve bunun içinde çocukların ziyan olmaması gerekiyor. Çok kolay değil doğrusunu yanlışını seçmek, gri bir alandayız. Okullar ve öğretmenlerin durumun farkında olması gerekiyor. Şimdi kodlamayla ilgili bir furya var, bütün okullar STEAM kodlama maker tanımlarını kullanıyor. Bir ara mental aritmerik vardı. Biz bu tarz kavramları biraz çabuk tüketiyoruz. Bizim çocuklara düşünmeyi öğretmemiz gerek. Biz her şeyi hazır koyduğumuz insiyatif almayan bir nesil var önümüzde. Biz eskiden hata yaparak düşe kalka öğreniyorduk. Ama bu nesil her şeyi hazır buluyor. Bunu öğretmenin yolu led yaktırıp bir kodlama yapması değil. Bir problemi tespit etmesi, bir metodoloji geliştirmesi gerek. Çocuğun entelektüel ağ olarak donanması gerek. Üstün çocuklara oyun oynatmakla onlara uygun bir öğretme programı uyguladığınızı söyleyemeyiz. Bütüncül düşünmek gerek. 1-2 derste yapılanlar genel bir anlam ifade etmez. Yapılabilecek çok şey var, zihniyet doğru oturmalı.

“EĞİTİM FAKÜLTELERİ ÖĞRETMEN YETİŞTİRDİĞİNİ FARK ETMELİ”

Eğitim fakültelerine baktığımızda yeni mezun öğretmenleri ve müfredatı nasıl buluyorsunuz?

Biz eğitim fakülteleriyle çalışıyoruz; 2 matematik 2 rehberlik stajyerimiz var ve haftada 3 gün geliyorlar, üstelik de son sınıfta değiller. İnanılmaz güzel bir deneyim. Bazı fakülteler hakkıyla ve güncel kurabiliyor. Ama bazı okullarda da öğrenci çocukla yüz yüze gelmemiş, sınıfa sadece girmiş çıkmış ama çocuğa dokunmamış, öğrenme tasarımı nasıl yapılır deneyimlememiş. Öğrendiklerinizi uygulayabilme, pratik edebilme fırsatının eğitim fakültelerinde sağlanması gerek. İçerik olarak çok hızlı değişiklik var, öğretmen adayı birazcık İngilizce biliyorsa bütün kuramlara örnek çalışmalara, ders planlarına ulaşabilir. Birinin hazır bir şeyler sunmasına ihtiyaçları yok. İçten gelen merak lazım. Eğitim fakültelerinin de bunu deneyimleme fırsatı vermesi gerek. Hocaların da öğretmen yetiştirdiğini unutmayıp iyi model olmaları gerekiyor. Öğretmen için stajyerlik çok önemli bir deneyim.

Kitabınızda kullandığınız önemli iki tanım var; rahatlık çemberi ve optimal kaygı. Öğretmenleri gözlemlediğinizde neler söyleyebilirsiniz

Hem motivasyon hem performans olarak çemberin dışına çıkmanın bizi iyi yerlere taşıdığını biliyoruz. Ne kadar çok o çemberden çıkıp kendi güvenlik alanımızı yeniden oluşturmayı deneyimlersek o kadar hızlı süreç oluşur. Sürekli çemberin dışına çıkmak değil yeri geldiğinde çemberin içine dönmek de önemlidir. Öğretmenlerimiz bu durumun farkında bence, bir şeyler yolunda gitmediğinde zaten onlar işe yarar çözüm bulmak için deniyorlar. Benim dile getirdiğim bu deneme yanılmaların bilimsel olarak yapılması. Tekrarlayın, gözlemleyin, işe yarayıp yaramadığına göre yol alın. Yeni ve farklı bir nesil var ve öğretmen zaten eski yöntemlerle fayda alamıyor. Öğretmenler bu çemberin dışına çıkıyorlar, önemli olan bunun bilincine varmak. Kendilerine bir rutin belirlemelerini öğütlüyorum, sürekli çemberin dışına çıkmak değil yapılması gereken. Deneyimleyin, geri bildirim alın, kendinizi geliştirin diyorum. Öğretmenlerin bazıları çıkmak istemiyor çemberden. Bunda bulundukları ortam ve sistem de etkili. Yöneticilerin bunu tölare edebilmesi gerek. Velilerle öğretmen karşılıklı bırakılmamalı, desteklenmeli. Öğretmen bu can simidini göremezse neden risk alayım neden değişeyim ki der. Bu noktada zorlanıyoruz, öğretmenin içinde bulunduğu ekosistemle ilgili olduğunu düşünüyorum. Öğretmeni ne yönetici, ne veli, ne sistem tölare etmiyor, bu nedenle de öğretmen üzerinde büyük bir baskı var. Geleceği öğretmenler kurtaracak gibi onları şövalye misyonuna sokuyoruz, bu onlar üzerinde çok büyük bir baskı. Buna hem üzülüyor hem de tepkimi gösteriyorum. Önemli olan çocuklara değmek, bağ kurmaktır. O çocuk belki dünyayı değiştirecek. Bizim öğretmene doğru hedefler ve roller vermemiz gerek. Bilinçli farkında öğrenci, odaklı ilerlemek gerek. Güvenlik çemberinden çıkıp gözlem yapmak çok kolay değil, 2 tavsiyem var; güvendiği bir meslektaşından gözlem yapmasını istemek ve kendini videoya alıp izlemek. Dersi anlatırken yaptığı hatayı eksiği göremeyen öğretmen izlerken görebiliyor. Düşünmek ve ne yaptığını bilerek devam etmek çok önemli.

“ÇOCUKLAR TEKNOLOJİYLE ÜRETMEYİ SEVİYOR”

Kitabınızda yeni nesil çocuklar için ‘21 saat teknoloji kullanan’ saptaması var, bu çocuklara ulaşmak zor değil mi?

Gençler multitasking ile 21 saat teknoloji kullanabiliyor, dengeli hayatı kurmak konusunda onları bilinçlendirmek gerek. Düşünmeyi körüklemek, üreten bireye dönüştürmek önemlidir. Bir çocuk vardır bütün gün video izler, başka bir çocuk vardır kendi videosunu çeker. Onu kurgular, mesajını verir, birilerine ulaşmaya çalışır, belki 3 saat uğraşır ama 3 saat kayıp değildir. Tüketen mi üreten mi diye bakmak gerek. Dengeli bir hayat önemli. Bağ kurmak, temas etmek, yüz yüze iletişim çok önemli. Çocukları teknolojide çok boğmamak gerek fakat bir de şu var; “Aileler çocuklar zaten çok teknoloji kullanıyor sınıfta da mı kullanacak?” diyorlar. Çocuk teknolojiyi becerilerini donatmak için kullanmıyor, bireysel ihtiyaçlar için görüyor. Okullardaysa eğitim senaryoları için kurgulanmalı. Okulda 2 kişiye 1 tablet verirsiniz, çocuk paylaşmayı, ortak kullanımı yaşamış olur.

Çocuğa ulaşamıyoruz demek yerine, doğru pencereden çocuğun bakış açısına girmemiz gerek sanırım…

Aynen öyle, doğru kanaldan ulaşmalıyız. Zaten çocuk da bir yerden sonra tüketmekten sıkılıyor. Alışveriş düşkünlüğü gibi bir şey bu da; tatmin etmiyor bir zaman sonra. Çocuk uygulamaya geçince dopamin salgılıyor. Dopamin iki şekilde salgılanır; aktif olduğunuzda ve mutlu huzurlu ortamdaysanız. Bu iki ortamda mutluluk hormonu salgılıyor. İster internette ister sınıfta, sadece dinlemek çocuğu mutlu etmiyor. Kodlama maker da o yüzden çocukları heyecanlandırıyor.

Wattpadle ilgili görüşleriniz de ilginç; “çocuklar kitap okumuyor diye düşünmeyin, kendi kitaplarını yazıyorlar” diyorsunuz…

Aynen öyle, başka uygulamalar da var. Çocuklar üretmeyi seviyor, sadece uygun ortamı, desteği sağlamak lazım. Onların dünyasını görmeliyiz, kullandıkları jargonu, günlerinin akışını takip etmeliyiz. Herhangi bir alandaki profesörü değil de takip ettikleri youtuberları dinlemek istiyorlar. Onların dünyasındaki kişiler üzerinden gitmeliyiz. Başka bir sektörü düşünün; müşteri ya da hedef kitleyi bilmezseniz başarılı olamazsınız. Sonuçta bizim de verdiğimiz bilgi çocuklara ulaşmalı.

“MÜFREDATI DAHA İYİ KURGULAMAK GEREKİYOR”

Öğretmen tüm bunları yapacak ama bir yanda yetiştirmesi gereken müfredat, diğer yanda okul idaresinin koyduğu kurallar; bunları aşıp da kendine yeni güvenlik alanını nasıl kuracak?

Bence öğretmenlerdeki algı çok yanlış, müfredat kazanımlar bütünü. Amaç bunu verebilmek. Öğretmen bu kazanımlardaki tüm konuları ben anlatmalıyım diye düşünüyor, böyle bir şey yok. Zaten çocuk anlatılanın yüzde 5’ini anlıyor. Aklında o kadarı kalıyor. Müfredat yanlış yorumlanıyor. Önemli olan çocuğun o kazanımlara ulaşıyor olmasıdır. Bunun için de öğretmenin çocuğu aktif kılıyor olması gerekiyor. Müfredatı daha iyi düşünmek kurgulamak gerekiyor. Yöneticilerin de, öğretmenin ne kadar çok yaptığına değil içeriğine odaklanması gerek. Öğretmenin üzerinde baskı var ama bunu nasıl yöneteceği konusunda üzerinde düşünmesi gerekiyor. Müfredat bir yol haritası ve öğretmen bunu öyle kullanmalı ki çocuğun istediği bilgi becerilere ulaşmasını sağlamalı. Amaç zaten çocuğun hayata atıldığında bu bilgi ve becerileri hiç deneyimlemediği bir şekilde kullanabiliyor mu ona bakmalıyız. Müfredatı birebir anlatmak görevimizi yaptığımızı göstermez. Önemli olan çocuğun öğrenmesidir, öğretmenin işlemesi anlatması değil.

Müfredat önemli değil mi sizce?

Ben müfredattan çok, ölçme değerlendirmenin önemli olduğunu düşünüyorum. Çünkü biz yazılan şeyleri öğretmiyoruz, öğrettiğimiz şeylerin çoğunu ölçmüyoruz, ölçtüğümüz şeylerin de çoğunu öğretmiyoruz, ölçtüğümüz şeylerin çoğu müfredatımızda yok bile. Dolayısıyla böyle bir dengesizlik var. Ölçme çok önemli, doğru ölçme araçları, kurgular yapmalıyız. Öğretmenlerin en çok zorlandığı konu doğru ölçmeyi yapabilmektir, bunu çözüme kavuşturmalıyız.

Teknolojiyi çok iyi kullanan, sanal çiftlikler kuran çocukların dünyasında pamuk arasında çimlendirilen fasulyenin halen bir önemi var mıdır?

Çocuklar bilgisayarda bir çok şeyi becerebiliyor olabilir ama bu demek değildir ki bazı temel bilgilere, becerilere ihtiyaçları yok. O teknolojiyi gerçek hayata aktarmazlarsa bomboş bir ambalaj yaratmış oluruz. Teknoloji bu işin araç kısmı. Bizim bir yandan da çocuklarımızı teknolojiyi neden ve nasıl kullanması gerektiği ile donatmamız gerek. “Teknoloji biliyor o yüzden fen bilgisinde şu deneyi vermeyelim” diyemeyiz. O kazanımları verirken teknoloji desteği alınabilir. İşte o bağı kurabilmek çok önemli. Ama illa öğretmenin ağzından çıkmak zorunda değil, öğretmen 40 dakika ders anlatmak zorunda değil. Çocuk bilginin kaynağına ulaşabilir, kıyaslama yapabilir. Ham bilgiyi ezberlemek değil, bilgiyi ne yapacağını deneyimlemesi gerek.

 

BURCU AYBAT’TAN YENİ KİTAP MÜJDESİ

“Öğretmen 2.0” ve “Öğretmen 2.0 Tasarımcı”dan sonra yeni çalışmanız var mı?

Öğretmenler için yeni kitabım “Geleceği Kodlayanlar”, 24 Kasım Öğretmenler Günü’nde raflarda olacak. Bu dönemde çok popüler olan akımlar maker, kodlama, girişimcilik gibi öğrenci ve öğretmenlerin karşılaştıkları terminoloji var. Bunu ütopik halden çıkarıp sınıfta, okulda, evde uygulanabilir hale getirebilen, ebeveynlerin böyle bir nesli nasıl yetiştirebileceğini, hayatta kalabilen mutlu bireyler olmasını nasıl sağlayacağını anlatan örnekler var. Dolayısıyla gerçekçi bakış açısıyla okulları ya da evi teknolojik araçlarla doldurmayı önermeyen bir yapı. Hangi etkinlikleri nasıl gerçekleştirmemiz gerektiğini anlatan bir kitap oldu. Belki de inovasyon alanında eğitimde yeni nesli nasıl yetiştirebileceğimizi anlatan önemli bir kaynak. Herhangi bir alan öğretmeninin inovatif nesli nasıl yetiştireceğini anlatan bir kitap.

İlk iki çalışmanızdan daha farklı bir çizgisi olan kitabınızın içeriğinden bahseder misiniz?

Kitapta 6 bölüm var ve her bölümün sonunda 1 röportajımız yer alıyor. Bu röportajlarda bir akademisyen, iki öğrenci, üç öğretmen var. Sosyal inovasyon örneğini anlattık, girişimciliği okullarda hayata geçiren bir vakıf yöneticisiyle görüştük. Onların deneyiminden yola çıkan bilgi paylaşımlarını derlemek istedik. Kitapta bahsedilen becerilerin uygulanmış hallerini bu kişiler anlatıyorlar. Öğrencilerimiz İrem Özturan endüstri mühendisliği okuyor ve henüz lisedeyken girişimcilik alanında güzel çalışmalara imza attı, Kadircan Kırkkoyun ise binlerce çocuğun kodlama yapmasını sağlayan bir yazılımın tasarlamıştı. Röportajlarımızda yer alan Profesör Erhan Erkut’la girişimcilik üzerine konuştuk, Ali Ercan Özgür’ün ihtiyaç haritası projesini sosyal inovasyon uygulaması olarak yazdık. Genç Başarı Vakfı’ndan Seçil Çelebi’nin deneyimlerini aktarmaya çalıştık. Maker öğretmen grubundan öğretmenlerimiz var. Kitaba zenginlik ve gerçeklilik katan herkesin büyük emeği var, öğretmenlerimizin ve ebeveynlerin faydalanacağı bir kaynak olacağını umuyorum.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir