Ahmet Günaydın
Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Müfredatı Liselerde 9. Sınıftan itibaren yenilendi. Yeni Müfredatı, Milli Eğitim Bakanlığı Yayını olan ve 8 kişilik bir heyetin yazdığı ders kitabından işleyen bir Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğretmeni olarak, karşılaştığım problemleri çeşitli ortamlarda ilgili insanlarla dağınık bir halde paylaşmaktaydım. Bunların derli toplu bir yazı halinde yazılmasının faydalı olabileceğini düşünerek yazmaya karar verdim.
1. Ünitede, İnsanın Yaratılışı, İnsan Fıtratı, İnsanın Evrendeki Konumu, İnsanın Öğrenme Ve Bilgilenme İhtiyacı, İnsanın Kendi Varlığını Anlamlandırma İhtiyacı gibi konular işlenirken, ‘Dua eden bir varlık olarak ve ibadet eden bir varlık olarak insan konularına geçilmiştir.
Oysaki bu konular 3. Ünitede (İslam İbadet esasları) tekrar işlenecektir. Bunun yerine, insanın yeryüzünde bir halife olmasının ontolojik sebebi, Allah’ın insana ruhundan üflemesi, Allah, Adem, İblis, Allah’ın Adem’e tüm isimleri Öğretmesi, Kalü Bela/Ezeli Misak, İnsan nefsinin/ özünün Takva ve Fücur boyutunun kaynağı, insanın evreni anlama ve anlamlandırma çabasının ve ihtiyacının hangi insani / fıtri /akli/ ahlaki saiklere dayandığının ve iman etme ihtiyacı ile ne gibi bir ilgisinin olduğu gibi konulara doğru açılım sağlanabilirdi.
Ayrıca, ‘Doğruyu arayan bir varlık olarak insan’ konusuna hazırlık olarak sorulan, ‘Peygamberlerden ve ilahi kitaplardan hangilerini biliyorsunuz?’ sorusu da İkinci ünitede işlenecek olan Peygamberlere ve Kitaplara İman konusunun sorularıdır. Burada yer almaları müfredatı ve kitabı hazırlayanların sistematizasyon ve bütüncül bakış defosudur.
2. Birinci Ünitede Konuya başlarken öğrencilere, ‘Evrenin ve insanın yaratılış amacı’ na dair sorular sormamız öneriliyor.
Hazırlık sorularına şu şekilde başlamak daha kapsayıcı olacaktı:
‘Bir adada tek başınıza olsaydınız ve size hiçbir şey öğretilmemiş olsaydı, ne yapardınız?’ sorusu ile başlanmalıdır.
Öğrencilerin, ‘Etrafımda cereyan eden işleyişi merak ederdim’ muhtemel cevaplarına,
‘Niçin merak ederdin?’ karşı sorusu ile devam edilmelidir.
Öğrencinin, ‘Olup bitene anlam vermek/ anlamak isterdim’ cevabına karşılık, Niçin anlamak isterdin? Anlamasan olmaz mıydı? karşı sorusu ile öğrenciler düşündürülmeye devam edilmelidir.
Öğrencilerin, ‘Anlamadığım, anlam veremediğim, rutinini ve amacını çözemediğim şey beni tedirgin ederdi, korkuturdu’ cevabına kadar soruları ve ipucu vermeyi sürdürmek gerekir.
Burada da insanın, ‘Kendini güvende (Emin/ İman) hissedeceği bir açıklama/ Anlam dünyasına doğal olarak ihtiyaç duyacağı, ancak o zaman kalbindeki, aklındaki fırtınaların dinebileceği, İbn-i Tufeyl’in ‘Hayy bin Yakzan’ romanı/ çizgi filmini de izletip örneklendirerek öğrencilerle konuşmak daha isabetli olurdu.
3. Ders kitabının 13. Sayfasında, sarı renkle vurgulanan iki satır cümlede şunlar söyleniyor:
“İlk İnsan Hz. Adem’dir. O Cennette yaratılmış ve sonrasında dünyaya imtihan için gönderilmiştir…” Bu cümleyi sınıfta söylediğinizi/ okuduğunuzu düşünün. Tüm parmaklar havaya kalkmaz mı? Muhtemel sorular:
İnsan Yeryüzünde bir halife olarak atanmamış mıydı? (Kitapta alıntılanan mealde, ‘Yaratacağım’ olarak çevrilmiş)
Cennete sonradan yerleştirilmemiş miydi?
Cennette İblis’in ne işi vardı?
Dünyaya Şeytanın ayartması sonucunda atılmamış mıydı?… ve benim aklıma gelen daha başka sorular… Bu konuya iki ders saati yetmez.
3. Yine birinci ünitede ‘Dua eden bir varlık olarak İnsan’ konusu işlenirken, Furkan Süresi: 77. Ayetin, ‘De ki; Eğer duanız olmasa Rabbim size ne diye değer versin” meali ile birlikte verilen ve anlamları üzerinde ince çalışılmadığı belli olan Hamd, Tesbih, Zikr terimleri okunduğunda, Öğrencilerin şöyle düşünmeleri kaçınılmazdır: ‘Yukarıda bir Kral Rabb var. Kullarının sürekli kendinden bahsetmesini, Sürekli kendini övmesini, sabah akşam kendini yüceltmesini bekliyor. Ve kullarına değer vermesi de tamamen buna bağlıdır. Bütün gün zikirmatik ile dolaşmazsak, Rabbimizin karşısında hiçbir değerimiz yoktur.’
Oysa, biraz daha araştırıldığında, ayette, ‘Ne diye değer versin’ şeklinde çevirilen kısmında, ‘Ne diye ilgilensin’ dendiğini, İnsanın fiili duası, adımı olmadan, Allah’ın kıyak yapmayacağının vurgulandığı anlaşılacaktı. Böyle olmadığında, ‘Sanki İnsandan dua bekleyen, Dua edildiğinde bir öğrencimin deyimi ile ‘haşa ego yapan’ bir Rabb imajı çıkmaktadır.
Tesbih teriminin anlamı ise, tüm varlıkların fıtratları doğrultusunda misyonlarını yerine getirmek anlamında olduğunu, bunu da ‘Rabblerinin Hamdi’ övgüsü/beğenisi ile yapmaları gerektiği şeklinde daha ince düşünülerek verilseydi, hem Öğrencilerin eyleme dönük din anlayışları gelişmiş hem de, Rabbleri ile ilgili kafaları karışmamış olurdu.
4. Hamd ve Tesbih terimlerinin. ‘HAMT ve TESPİH’ şeklinde ısrarla yazılmasının hangi derin mantığa dayandığını anlamadım. Anlayan meslektaşıma da rastlamadım. Bu terimlerin absürd yazılışları yerine, derin ve pratik anlamları üzerinde çalışılsaydı daha hayırlı bir iş yapılmış olurdu.
5. İkinci ünitede İmanın mahiyeti, İman esasları oldukça detaylı işlenmiş. İnanç esaslarını bir ünite sınırları içerisinde ve bu kadar detaya boğarak işlemek, o üniteye ayrılan süre içerisinde kesinlikle imkansızdır. Hele ki bu başlıkların her birini öğrencilere soru sorarak ve öğrencilerin düşüncelerini ifade etmelerini sağlayarak –ki sağlıklı olan yöntem de budur- işlemek mucizedir. Sadece Allah’a iman ancak tek bir ünitenin sınırlarını aşacak derecede geniş bir konudur. Ahiret, kader konuları da birer ünite olmayı hak etmektedirler. Belki Kitaplara ve Peygamberlere İman konuları tek ünitede birleştirilebilir.
6. İkinci Üniteye başlarken kitapta sorulan soru yeterince düşündürücü değildir. “İnanma ihtiyacı, insan için neden önemlidir? Arkadaşlarınızla tartışınız”
Bazı öğrenciler, inanma ihtiyacının tarihsel ve toplumsal bir dayatma olduğunu düşünebilir. Ki tarihsel ve toplumsal miras sonucu iman eden kişiler olmaları hasebiyle bunu düşünmekte haklılar.
Bunun yerine, Çocuklara, ‘Neden Müminsiniz’ sorusu ile başlayıp, ‘Eğer aileniz ve toplumunuzun olmadığı bir yerde, sözgelimi bir adada olsaydınız Mümin olur muydunuz” sorusu ile devam edip, tıpkı bilgi konusunda yapılması gerektiği gibi, insanın ‘Güvende hissedeceği, itminana kavuşacağı’ bir açıklama (İman) peşinde koşacağı, dolayısı ile iman etme ihtiyacının fıtri bir ihtiyaç olduğu temellendirmesini birlikte yapmak gerekmektedir.
7. İman esasları ünitesi, ders kitabında, çok fazla arapça terimlere boğulmuştur. Öğrenci bir taraftan iman konularını içselleştirmeye, anlamaya çalışırken, bir taraftan da arapça terim ezberleme telaşına kapılmaktadır. Misal: Zati sıfatlar olarak bildiği sıfatların, artık Selbi ve Tenzihi sıfatlar olduğunu bilmek yerine, Öğrencilerin, ‘Sadece O’nda olabilecek özellikler düşünün. Bir de kısmen sizde de olabilen ilahi sıfatlar düşünün’ etkinliği yaparak sıfatların mantığını anlamasını sağlamak daha faydalı olurdu. Hem de, İman etmek, iman konularını anlamak için daha fazla arapça terim bilmek gerekir gibi saçma bir düşünceye kapılmamış olurlar. Ayrıca, çok fazla bilinmeyen terim kullandığımızda, konunun özünden de uzaklaşmış oluruz. Zaten sınırlı zamanda tüm iman esaslarını, tüm detayları ile vermeye çalışmakla zamanla yarışıyoruz.
8. İman esasları ünitesinin Meleklere iman konusunda, Meleklerin Allah’ın nesi olduğu, Meleklerin Adem için secde ettiği, bundan ne anlaşılması gerektiği konusu konu olarak bile geçmemiştir. Oysa O yaştaki öğrenci, soyut düşünmeye başlayan ve ‘Allah kendine yeten bir varlıksa, meleklere ne gerek var? Allah işlerini kendi başına göremez miydi? Melekler Allah’ın yardımcıları mıdırlar? Adem için secde etmeleri ne anlama gelir?’ sorularını sorabilecek bir kıvamdadır. Melekler, ‘Nurdan yaratılmışlardır, cinsiyetleri yoktur, yemezler içmezler, gerektiğinde insan suretine girerler… gibi ezber bir açıklamanın bu yaş öğrencilerini tatmin etmediğini kitap yazan insanların düşünebilmeleri gerekirdi.
Meleklerin, Öğrencilere, Allah’ın güç ve kuvvetleri (Meleke) olduklarını, Allah’ın evrendeki insan dışındaki tüm güçlerini Adem’e /İnsana amade kıldığını, Meleklere İman’ın, İnsanın evrendeki tüm güçlerin işlevlerini Allah’ın akreditasyonu/ Hamdi/ Övgüsü ile gerçekleştirdiklerini, bu anlamda insanın kendini güvenli ellerde hissetmesi gerektiğini temsili olarak anlatmak en doğrusudur.
9. Peygamberlere ve Kitaplara İman konusunu işlerken de güçlü soruların sorulması elzemdir. ‘Hangi Peygamberleri biliyorsunuz’ gibi bilgi odaklı sorular bence cılız sorulardır.
Bunun yerine, ‘Siz 610 yılında Mekke’de yaşasaydınız. Tanıdığınız, güvendiğiniz bir komşunuz Allah’tan vahy aldığını iddia etse ve söyledikleri, atalarınızdan duyduklarınıza, gördüklerinize, uygulamalarına büyük ölçüde aykırı olsa iman eder miydiniz?” gibi sorular sorulmalıdır.
Çok az Öğrencinin, ‘Önyargılı olmazdım, söylediklerini dinlerdim, Üzerinde düşünürdüm, Makul bulsaydım, iyi bir şey yapmaya çağırdığını düşünseydim iman ederdim’ dediklerini ve cahiliyenin bağnazlık ile eşanlamlı olduğu üzerinde Peygamberler tarihinden örnekler vererek konuşmaya devam edilmelidir.
Yine, Peygamberlere İman ve Kitaplara İman konusunda Öğrencilere şu sorular etkinlik olarak ya da performans görevi olarak verilmelidir:
“Yaşadığınız dünyada siz bir Peygamber olarak görevlendirilseydiniz, İnsanlara nasıl bir manifesto ile hitap ederdiniz.”
Peygamberlerin sıfatlarının anlamlarına daha güçlü anlamlar verilmeliydi. Misal: El’Emin’e, Güvenilir olmak anlamı verilmiş. Hz. Peygamber zamanında ‘El’Emin’ olmak basit anlamda güvenilir olmak demek değildir. Bugünün terminolojisinde, Herkesin, en zor durumunda yardımına koşan, sivil bir aktivist anlamını taşır. Başkalarını umursayan, onların dertleri ile dertlenen, üstüne vazife olmasa da sorun çözen sivil, karizmatik lider bir aktivisttir (Hilful Fudüll). Doğruyu her yerde, herkese karşı söyleme cesaretine sahiptir (Sıdk, Tebliğ). Sicili temizdir, Kötülüğe, pisliğe bulaşmamıştır (İsmet). Zekidir….
10. Ezcümle,
Hem Müfredatın, hem de müfredata göre hazırlanmış ders kitabının Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli’nin temel paradigması ile uyumlu olmadığını görmüş bulunmaktayım.
Kitabın kendi içinde de tutarsızlık taşıdığını, Liseli Öğrencilerin akıl ve duygu dünyasına nüfuz etmekten uzak olduklarını, akılcı bir mantığı hedefleyen Maarif modelinin hedeflerine, amaçlarına hiç uygun olmadığını uygulamada görmüş ve sıkıntılarını yaşamış bulunmaktayım.
Bir Din K. Ve Ahlak Bilgisi Öğretmeni olarak bu değerlendirmeyi yazmayı mesleki bir sorumluluk olarak telakki ediyorum.
Bilahare, diğer sayılarda, geri kalan ünitelerle ilgili görüşlerimi yazmak niyetindeyim.
120 sayfa olan ders kitabını, 190 (etkinliklerle 300) sayfaya çıkararak, öğrencilerin yaratıcı düşünme becerilerinin gelişmesinin sağlanamayacağının, Aksine, Öğretmenlere ve Öğrencilere daha özgür bir ders alanı sunmanın, daha az ezber bilgi ve daha nitelikli sorular ile sağlanabileceğinin Türkiye Yüzyılı Maarif Modelinin mantığına daha uygun olduğunu düşünüyorum.