Son Dakika

Meslek Lisesi Neyin/ Kimin Meselesi?

Sokakta kime mikrofon uzatıp “Ülkenizi seviyor musunuz?” diye soracak olsanız, herkesin ülkesini çok sevdiğini duyarsınız. Hiç kimse memleket sevgisi şampiyonluğunu kimseye kaptırmaz. Kuşkusuz doğru söylüyorlardır/ yapıyorlardır da… Hiç kimsenin memleket sevgisini tartışacak değiliz.
Ancak, ülkemizi sevdiğimizi söylememiz/ sözle ifade etmemiz ülkemize hakikatte bir fayda sağlamıyor. Bence gerçek vatanseverlik, yurtseverlik çalışmaktan,  üretmekten, alın terinden, emekten geçer. Atalarımızın dediği gibi, ‘Emeksiz yemek olmaz’, ‘bakmadığın bağın üzümünü yiyemezsin.’

Üretmek söylemi kulağa hoş geliyor, insana biraz da heyecan veriyor.
Peki, nasıl üreteceğiz? Daha da önemlisi kiminle üreteceğiz?
Ne ürettiğimizin bir önemi yok. Yeter ki nasıl ve kiminle üreteceğimize karar verelim. İşin tekniğini bilelim. Ondan sonra her şeyi üretebiliriz.

Üretime dair geçmişte çok güzel işler yapılmış. Geleneğe bakmamız yeterli. Teknik eğitimde öze dönelim, yeter. Yazımın bundan sonraki kısmında şikayet etmeden, Teknik eğitimde yapılan yanlışlardan bahsedip çözüm önerilerimi de ifade edeceğim.

Son yıllarda yapılan en büyük yanlış, teknik eğitim/meslek liselerine bakış açısıdır. Toplumda zamanla şöyle bir algı oluşturuldu; meslek lisesine giden öğrenci ikinci hatta üçüncü sınıf bir öğrencidir. Meslek liseleri toplum dışına itilmiş, haylaz, yaramaz, kavgacı ve hırçın çocukların toplandığı okullardır. Öyle ki birçok aile (kendimden bilirim zira kendim de meslek lisesi mezunuyum) çocuğunun gittiği okulun meslek lisesi olduğunu söylemekten çekinmektedirler. Çünkü meslek liseleri ile ilgili yargılardan utanmaktadırlar. ‘Mavi gözlü, sarı saçlı’ çocuğunun meslek liselerinin atölyelerine değil de, masa başı bol maaşlı bir işe layık olduğunu düşünmektedirler. Bunu sağlayamamanın ezikliğini yaşamaktadırlar.

Ülkemizde ebeveynlerin çocuklarını yüksek öğrenime gönderme sebebi, bilim insanı olsunlar, kendini bulsunlar, hayatı anlasınlar, evrensel normlara sahip insanlar olsunlar’ diye değildir. İnsanlar çocuklarının devlet memuru olmasını, makam sahibi, çok az emekle bol para kazanacağı mesleklerde çalışmasını arzulamaktadır. Üniversitede hangi bölümü, hangi mesleği okuduğunun hiçbir önemi yok, ön lisans ya da lisans bitirmesi önemli de değil. Yeter ki bir üniversite bitirsin devlet kapısında bir memuriyete yerleşsin veya özel sektörde beyaz yakalı bir pozisyon kazansın… İşte bu zihniyetle yetişen ‘memur’ların ülkeyi muasır medeniyetler seviyesine çıkarmalarını beklemek çok saflık olur.

Uçak üretmek, otomobil üretmek, tank üretmek vs. gibi ağır sanayi hamlesi yapma hedefi olan çocuklar yanlış yönlendirmeler soncu ya Anadolu liselerinde ya da Temel Liselerde/ Merdiven altı dersane bozması sözüm ona kolejlerde vakit kaybetmektedirler. Okullarda test makinesine dönüşmüş fen lisesi öğrencileri ile ciddi anlamda bir üretim yapmak da ayrı bir sorun.  Hayatı boyunca demire dokunmamış, eline tornavida almamış, T cetveli ile 18-20 yaşında tanışmış gençlere “Bak burası üniversite burada mühendislik okuyacaksınız ve uçak yapacaksınız” demekle olmadığını görüyoruz.

Üstelik birçok üniversitede uygulama atölyesi yoktur. Olanlar da faal değil ya da uygulama yapacak-yaptıracak yeterlilikte öğretim üyesi yoktur.
Üniversite hocasının, gençlerin önünde yıllar boyu ezberlediği ders notlarını hızlı bir şekilde tahtaya yansıtmasını ‘lisans eğitimi’ sandık. Elleri makine yağlı, elinde tornavida bulunan bir öğretim üyesi ile henüz tanışamadım.  “Çocuklar burası üniversite burada size her şey gösterilmez, siz gidin araştırın, sorun soruşturun.” Böyle yapılarak gençliğin araştırmaya teşvik edildiği sanılmaktadır. Gençler de bu söylemle iniyorlar çarşı pazara, yalan yanlış ne bilgi bulurlarsa onları slayt yaparak, ödev teslim ederek mühendislik eğitimi aldıklarını sanıp, mutlu mesut oluyorlar.

Üstteki tespitlerim üniversitede eğitim görevlisi olarak derse girdiğim dönemlerde gözlemlediğim tespitlerdir. Pırıl pırıl gençler gelmekte mühendis olmak, meslek sahibi olmak için.
Biz de onları alıyoruz, ilk üç yıl meslek lisesinde gösterdiğimiz bilgiler ezberletiyoruz. Son yıl ise tez adı altında, hayatında uygulama yapmamış öğrencilere birer icat yapın, getirin deriz. Gençler de ne yapsın en yakın sanayideki ustanın yanında soluğu alırlar. Gittikleri ustanın birikimi doğrultusunda vidalı kriko, ceviz kıracağı… vs. gibi şeyler yaptırıp öğretmenine verir. Ve artık o bir mühendistir, demire dokunmamış, makine yağı kokmamış, atölyede terlememiş bir mühendis. Mezun olduklarında ise birkaç yıl KPSS hayali ile yaşarlar. Başvurduğu fabrikalardan asgari ücret teklifini duyunca da büyük hüsrana uğrarlar.

Peki, çözüm nedir?
Çözüm çok basit… Eğer makine tasarlayacak ve onu üretecek makine mühendisi yetiştireceksek, mühendislik fakültelerinin öğrencilerini, meslek lisesi makine bölümünü bitirmiş öğrencilerden seçmeliyiz. Eğer işin ehli elektrik mühendisi yetiştireceksek, meslek lisesi elektrik- elektronik bölümünü bitirmiş öğrencilerin Mühendislik fakültelerine devam etmesini kolaylaştırmak zorundayız. İşinin ehli Mimarlar/iç mimarlar yetiştireceksek, Mimarlık fakültelerinin öğrencilerini meslek lisesi mobilya-dekorasyon bölümünü bitiren öğrencilerden seçmeliyiz.  Ziraat mühendislerini tarım meslek lisesini bitirmiş gençlerden seçmeliyiz… vs.

Şunu iddia ediyorum ki endüstri meslek liselerinin gerek atölye imkanları ve gerekse teknik öğretmenleri birçok mühendislik fakültesinden daha gelişmiş, güncellenmiş ve ileri düzeydedir. Görev yaptığım okulun atölyesi orta düzeyde modern bir mobilya fabrikasından daha donanımlıdır. Buraya gelen çocuklar modern ve tam donanımlı sınıflarda dünyanın kullandığı tasarım programlarını kullanarak mobilyayı tasarlar, kullandıkları bilgisayar programlarında maliyet analizi yapar, kesim planını yapıp masa başından kalkıp atölyeye iner, son sistem bilgisayarlı makineleri kullanarak tasarladıkları ürünün aynısını üretirler. Ve bu ürünler gerek okullarda gerekse evlerde kullanılırlar.
Bu okullarda üretmenin tadını alan 14-18 yaş arası çocuklarımız bu liselerden daha gelişmiş ve üst düzeyde donanıma sahip mühendislik fakültelerine gittiklerinde siz o vakit görün gerçek anlamdaki üretimi. İşte o zaman ülkemize katma değer katacak ürünler üretebiliriz. Mühendislik fakültelerinin ön gereksinimindeki eğitimi veren meslek liselerine bu hak verilirse mühendisliği, tasarımı, üretimi hakkıyla yapacak zihinler de meslek liselerini dolduracaktır.
Bir şey üretmek için bir düşünceye/ hayale; düşünce/hayal içinse mutlu ve başarılı insana ihtiyaç vardır. Ancak, üreten insan düşünür; düşünen insan üretir.

Bir zamanlar meslek lisesi öğrencilerine yüksek okullara sınavsız geçiş hakkı verilmişti. Çok da yerinde bir uygulamaydı. Meslek lisesinde, alanında eğitim alan gençler bunun üzerine bir de iki yıl yüksek öğrenim aldıklarında tam donanımlı mesleki neferlere dönüşüyorlardı.
Ama hangi akla hizmet bilinmez, Meslek Lisesi öğrencilerinin ön lisans programlarına sınavsız geçiş hakları elinden alındı. Şimdi ön lisans programlarına YKS barajını aşmış Anadolu lisesi öğrencileri doldurmakta ve biz bu öğrencilerden iki yıl içerisinde teknik resmi, malzeme bilgisini, tasarım ilkelerini, boyayı cilayı… vs öğrenmesini istiyoruz.
Önceki yıllarda yüksek okulda atölye uygulaması dersimde Anadolu lisesinde gelmiş ve son dönem son ayında makinenin sesinden korktuğunu ifade eden öğrencilerim oldu. Ve bu gence bir ay sonra mobilya dekorasyon diploması verecektik.

Ezcümle, üretmek için teknik eğitime, teknik eğitim için de nitelikli öğrencilere ihtiyaç duyulmaktadır. Bunun yolu da geçmişte olduğu gibi Meslek Liselilerin önü açılmalı, imkanları çoğaltılmalıdır.

“Meslek lisesi memleket meselesi” söyleminin içi doldurulmadan, slogan düzeyinde  ‘memleketin ürettim meselesi’ çözülmeyecektir.

 

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir